ANNEANNEMLERDEKİ PENCERELER


       Anneannemlerin evinin büyükçe bir salonu vardı. Apartmanın ismi de Çağdaş Apartmanı. Rahmanlarda. Alzheimer’lı dedemin en kötü dönemlerinde bile adını ağzından düşürmediği Çağdaş Ağartmanı. Bu salondan geriye yıllar sonra zihnimde tek tük bazı detaylar kaldı. Annemin ben dört beş yaşlarındayken pantolonumu giydirdiği ama şu an kayıp olan bir fotoğraf, Kapağında Hülya Avşar portreli aile albümü, yüzyılın icadı olarak her daim bahsettiğim ve ilk anneannemlerde karşılaşıp ne işe yaradığını orada anlayabildiğim gırgır, sürekli tgrt’nin açık olduğu bir televizyon ve dibinden minibüs yolu ile tren raylarını gören geniş penceresi. Doğalgaz sobası, dedemin oturarak namaz kılması ve şarkı söyleyip anneanneme takılmaları ve daha nice güzel nüans var aslında fakat benim aklımda kalan en önemli şey pencereler. Açtığınızda dışarının bütün sesinin içeri dolduğu ama kapattığınızda sanki büyülü bir şeyi başarmışcasına sanki tüm dünyanın sesinin örtbas etmeyi başarabileceğiniz pencereler hala aklımdadır. Ben küçükken anneannemlerde kalırken, saat altıda işten çıkan annemin gelip beni alması o pencerelerden takip ederdim. Küçücük boyumla parmak uçlarıma basarak dışarı bakmaya çalışır, minibüsten her ineni tek tek süzer, annem olmadığını anlayınca garip bir hüzne kapılırdım. O zamandan beri ne zaman bir pencereden, ne zaman bir kapıdan baksam, ne hikmet hiçbir zaman o beklediğim kişi baktığım anlarda gelmedi. Hep ben bakmıyorken göründü pencerenin kadrajında. Ben ilgilenmiyorken, bir anlığına beklediğim o kişi aklımdan çıkmışken bastı kapının ziline. Pencerelere inanmamam gerektiğini bu şekilde öğrendim.


 
                 
YAZAN:
SÜLEYMAN BERÇ HACİL