Televizyonlar bizi zehirliyor. Bunun farkına varmak için
izler oldum artık. Az önce spor haberlerinde Fenerbahçe yönetiminin Perreria’yı
istifaya zorlamak için yardımcı antrenörlerini kovduğunun sanki matah bir
şeymiş gibi açıkça haberi yapıldı. Bu vicdansızlık değil de nedir? Bir kişi
için birkaç kişiyi ekmeğinden etmek?
Şunu diyebilirsiniz ‘’Amaaan zaten dünyanın parasını kazanıyorlar.’’ Bu,
olayı meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Televizyonda, kendi ceplerinin
hesabını yaptıkları için -Perreria’yı kovarlarsa yüklü bir tazminat verecekler
çünkü- tamamen kapitalizmin iğrençliğine uygun bu çirkef hareket sanki normal
bir şeymiş gibi kınanmadan haberlerde gösteriliyor. Kanalda devletin kanalı TRT
Spor. Bu çirkefliğin televizyon sayesinde böyle alenen duyurulması ise toplumun
yapısını, algılarını bozuyor. Biz, rahatsız olmasın diye borçlumuzun kapısının
önünden geçmeyecek kadar nezaket sahibi insanlara sahip bir toplum değil
miydik? Reklamlarda bunu göstermek güzel, çünkü bu prim yapıyor. Televizyonda
bu iğrençliği haber olarak gören insanlar topluma karıştığında kendisine dayatılan
bu algı sayesinde düşünmeyi bırakarak sanki normal bir şeymiş gibi bu durumu iş
hayatlarında uyguluyabiliyor. Ahlaki
sonucunu düşünmüyor bile. Yöneticilik mesleğini icra eden bir vatandaş bu kötü
düşünceleri aklına getirmeyecek bir insan olsa dahi ‘’Bak bunlar yapıyor. Hadi
sende yap ve içimizde az biraz kalmış olan o insanlık zerresini sende yok et!’’
algısı sayesinde yapacağı alçaklıkları normal olarak görüp hayatını vicdanı
sızlamadan sürdürebiliyor. Naçizane tavsiyem kapatın televizyonlarınızı. Açın
kitap okuyun. Yıllar önce Alfred
Hitckock arabayla giderken bir parkta oturan papazın yanındaki küçük çocuğa bir
şeyler anlattığını görmüş ve arabasının camını açıp çocuğa ‘’Kaç çocuk! Kendini
kurtar!’’ diye bağırdıktan sonra çevresindekilere gördüğü durumun dünyanın en
korkunç sahnesi olduğunu söylemiş. Bana
göre de bilinçsiz bir şekilde televizyonun başında saatlerini geçiren
insanların görüntüsü dünyanın en korkunç sahnesidir.
(2016'dan bir yazı)
YAZAN: SÜLEYMAN BERÇ HACİL