John Waters'ın Pink
Flamingos'unu izledim. 70'lerin başında çekilmiş kült bir film. Kült olmasının
sebebi de içerdiği pornografik ve şiddet içeren öğelerden ileri geliyor. John
Waters'ın fotoğraflarına bakıyorum. Tipinden belli çılgın bir adam olduğu. Yani
bu tarz filmleri ancak bu adam çeker diyorsunuz yüzünü gördüğünüzde. Biraz
Steve Bushemi'ye de benzettim. O da çok iyi oyuncudur. Yönetmenliği de vardır
ayrıca. Film renkli atmosferiyle başından sonuna dek sizi içine çekiyor.
İçindeki ilginç karakterlerde bunda etken. Böyle şeyleri seviyorum. Hikayesi
sağlam olmasa bile, değişik sahnelerden ve değişik karakterlerden oluşan bir
filmi ne kadar iğrenç olursa olsun -adamın bariz bir şekilde göt deliğini
sergilediği sahne- zevk alarak izleyebilirim. Farklı şeyler görürüm çünkü.
Burada bahsettiğim ''farklı'' fantastik veya bilimkurgu öğeler değil. Tanımlama
yapmak gerekirse haz veren veya heyecanlandıran, ilginç gelen ya da absürt diyebilirim.
Benimde böyle bir kısa film çekme fikrim var misal. Hayattan gözlemlerimle
toparladığım ya da kafamda kurduğum sahne fikirlerini yine biriktirdiğim
diyaloglarla harmanlayıp birleştirerek bir hikaye uydurmak. Tabi hikaye
uydurmak için sahnelerin devamlılık arz etmesi gerekiyor. Buna uğraşacağım ama
ilk kıstasım da bu değil. Yeter ki izlediğiniz dakikalar içinde heyecanlanın.
Hikayeyi anlamasanız dahi heyecanlanın. Yüzlerde de o heyecandan ötürü oluşan
muzip bir gülümseme olursa daha ne isterim. Bu ayrı mesele tabi. Filme dönecek
olursam ''sürekli yumurta yiyen kadın'' karakteri çok enteresandı mesela. Ya da
iki ailenin dünyadaki en iğrenç aile olma çabaları. Bunlar hoşuma gitti. Film
bittiğinde düşündüm. Bizim niye böyle filmlerimiz yok diye. Yani bir ahlak
kaygısı gütmeden yapılmış filmler. Veya onu da geçtim, tarzıyla kendi dilini
oluşturmuş filmler. Seyirciyi rahatsız ede filmleri örnek alalım mesela. Beni
bugüne kadar en çok ''Salo ya da Sodom'un 120 günü'' filmi rahatsız etmiştir.
Öyle böyle değil. İzledikten sonra kabus gördüğümü biliyorum. Kendimi o şatoda
görmüştüm. Karabasan gibiydi. Bizde böyle bir film yok ve yapılmaya heves
edilmemiş. Tepkilerden korkmuşta olabilirler. Sonuçta muhafazakar bir ülkedeyiz.
''Salo ya da Sodom'un 120 günü'' irite eden kült filmler listemde benim
favorimdir ama Srpski'yi çok övüyorlar bu kategoride. Ondan da hiç etkilenmedim
desem yeridir. Film beni hiç rahatsız etmedi. Her insanın psikolojisi farklı
tabi. Derinlere indiğimizde birçok neden var. ''salo ya da sodom'un 120 günü'nden
bahsedip bizde bu tarz filmler çekilmedi demiştim. Hala bu savımda ısrarcıyım
fakat bizim sinemamızda da bu tarza yaklaşabilmiş filmler var. Yaklaşabilmiş
diyorum bakın sadece biraz yaklaşmış. Ötesi değil. Bunlara örnek olarak ilk
başta Yeşilçam'ın erotik furyasında yerini almış olan Zerrin Egeliler filmlerini
örnek verebilirim. Her türlü absürtlüğü bulabilirsiniz bu filmlerde ve bazen olayı
yaşayan kadın karakter dolayısıyla gerim gerim gerilmeniz de mümkündür. Yenilerden
örnek vermem gerekirse Serdar Akar'ın Gemide'si bu kulvara girer. Bilindik
Serdar Akar filmlerinin süratli yapısına -Kurtlar Vadisi, Behzat ç vs- uymuyor
Gemide. O yüzden bu filmi Serdar Akar dışında başka bir yönetmen çekti deseler
kesinlikle inanılır. Ben şahsen onun filmi olduğuna hala şaşırıyorum. Böyle
kaliteli bir iş yaptıktan sonra aksiyona yönelmek sanırım tamamen duygusal
sebeplerden olsa gerek. Gemide'yi izlerken de atmosfer sayesinde gerilirsiniz.
Film, atmosferi sayesinde bunu başarır. Bu da yönetmenin başarısı tabi ki. Bu
yüzden gemide'ye sırf ''salo ya da sodom'un 120 günü'' ülkemiz de yaklaşabilen
tek film olduğu için biraz da Türkiye'nin Srpski'si diyebilirim ve bence Srpski'den
daha fazla kült film tanımına uyar gemide filmi. Serdar Akar'ın sonraki
yıllarda çektiği Barda'yı Sprski'ye çok benzettiler ama Barda, Gemide'ye
nazaran çok çok aşağılarda bir film.
YAZAN: SÜLEYMAN BERÇ HACİL
Not: Bu yazı ta 2017'nin başlarında bizzat bendeniz tarafından yazılmıştır.