Günlerden 28 Temmuz’du. Ben bu metni 29 Temmuz’un ilk saati içinde yazıyorum. Çok sıcak bir Temmuz günü. Çok sıcak ama öyle böyle değil. Eşime de dedim bunu. Doksanlarda ben çocukken yine yaz mevsimi olurdu, yine Temmuz ayı olurdu ve yine Temmuz aylarında sıcaklar yaşanırdı. Fakat o sıcaklıklar bugün hissettiğimiz sıcaklıklar gibi değildi. Daha naif sıcaklıklardı. Daha delikanlı, efendi sıcaklıklardı onlar. Şimdi çektiğimiz sıcaklıklar resmen insanı öldürecek, hatta delirtecek; intihara sürükleyecek nitelikte.
2025 yılının 28 Temmuz’u Salı
gününe tekabül etti. Eşimle yaz tatilinde annemde kaldığımız günlerden biri.
Öğleden sonra kalktık. Uyandığımda eşime önceki günden kalan bir sinirim vardı
ama uzatmak istemedim. Uzatınca ne oluyordu ki sanki? Güzelce güle oynaya,
sohbet muhabbet eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı dediysem bize kahvaltı
tabii. Saat 15:00’te yapılan çay eşliğinde yemek yeme ritüeli ne kadar
kahvaltıysa o kadar kahvaltı. Ama keyifliydi. Butik otel kahvaltıları gibi.
Bazen patates kızartması, bazen karpuz olan; yumurtanın eksik olmadığı, ekmeğin
daha bir lezzetli geldiği kahvaltılardan. İnsanın karısı ve annesiyle sağlık ve
sıhhat eşliğinde kahvaltı yapması gerçekten bir şükür sebebidir. Bu tarz
durumlara şükretmeyi yalnızca hayatın kıymetini bilenler anlayabilir.
Kahvaltıdan sonra karım ve annem
pazara gittiler. Hem mağaza alışverişi hem de ev için yenecek birkaç torba
erzak almak için. Ben evde kaldım. Vantilatörün başına yarı çıplak ve çocuklar
gibi. Karşımda TV’de spor kanalı açık. Sanki on üç yaşımı tekrar yaşıyor gibi.
Ama şu an otuz dört yaşında evli barklı bir adamım…
Sonra annemler geldi. Biraz
balkonda, biraz salonda, vantilatörün karşısında oturduk. Sigarayı uzun yıllar
önce bıraktığım için balkona çıkmayı çok sevmiyorum. Esse çıkarım ama bir de
esmiyor da. O yüzden genellikle vantilatörün önünde durmayı tercih ediyorum.
Gerçi kabul etmeliyim ki balkonlardan biraz korkarım da ben. Eve geldiklerinde
annem ve karım çoğunlukla balkonda vakit geçirdiler. Ben yine on üç yaşımın
yazını yaşıyormuşum gibi TV ve vantilatörün karşısında yarı çıplak bir şekilde
göbeğimi kaşıyarak ve yattığım koltuğa terimi yayarak uzanmaya devam ettim.
Zaman geçti, akşam oldu. Kahvaltı
yapar gibi bu sefer akşam yemeği yedik. Güzeldi akşam yemeği. Annemin evi
İstanbul’da ama hiç İstanbul’da değilmiş gibi sahile yakın olduğu için akşam
yemeğini sanki bir sayfiye yerinde tatildeymişiz de orada yiyormuşuz gibi
hissederek keyifle yedim. Bugün alkol yoktu soframızda çünkü diş çürüğüm
yüzünden canım çekmesine rağmen lanet antibiyotiği kullandığım için beş gündür
içki içemiyorum. Soframızın ve bu yazlık ortamın deyim yerindeyse tek eksiği
eşimle bira içemememiz. Karım istese içebilir ama sağ olsun önümde içerek bana
cinnet geçirtmemek için o da içmiyor. Umarım yarın doktor kontrolünden sonra
çürüğüm hallolacak ve tekrar yazın tek içilebilecek içki olan biralarımı içmeye
devam edeceğim.
Yemekten sonra yine bir zaman
geçti. Alkol olmadığından mecburen çay faslını da geçirdikten sonra duş aldım.
Yarın doktora vs. gideceğimiz için zaten terliyken duş almam gerekiyordu. Erken
saatlerde duş aldığımı düşündüğüm için bende erken duş alma olduğunu keşfettim.
Duştan önce de biraz egzersiz yaptım, gireceğim duş boşa gitmesin, iyice bir
terleyeyim diye. Çok terledikten sonra denize girmeyi çok severim ama duşla
idare ettim. Duşta da sıcak suyla yıkanmayı severim. Hava sıcak olsa bile. Duşa
girip çıktım. Şu an vantilatör karşısında oturuyor ve kucağıma koyduğum
laptoptaki Word uygulamasından bugünümü yazıyorum. Çıplağım ve karşımdaki
vantilatörle anca serinliyorum. Dedim ya, dünya eski dünya değil artık. O
çocukluğumdaki sıcaklıklar artık yok. Artık insanı intihara sürükleyen, öldüren
sıcaklıklar var.
Benden sonra eşim de duşa girdi ve
az önce o da çıktı. Evin içinde bir odadan bir odaya girip çıkıyor şu anda. Ne
yaptığına anlam veremiyorum. Saat 01:00’e yaklaşıyor. Eşim şimdi yatağımızı
kurmamız için yastıklarımı ve çarşafımızı getirdi. Birazdan yatağımızı kurar,
belki sonrasında bir film açar ve yatarız. Ama ben uyumak için 03:00’e kadar
bekleyeceğim. Eşim uyur mu yoksa beni bekler, film izleriz de öyle mi uyur
bilmiyorum. Zorlamak da istemiyorum. İnsanlar özgürdür, değil mi? Elbette
özgür. Ben diş çürüğüm için son olarak içmek zorunda olduğum antibiyotiğimi
içmek için bekleyeceğim. Sonra ben de illa ki uyurum. Dedim ya, dünya artık
eski dünya değil. Hiçbir şey o çocukluğumuzda yaşadıklarımız gibi değil. Sadece
anılarımızı unutmamaya, yaşatmaya çaba sarf ediyoruz. Onları kaybettiğimizden
beri temmuzlara daha çok inanıyorum…
YAZAN: SÜLEYMAN BERÇ HACİL
Eğer bu yazıyı beğendiysen seni buraya alalım; AZ SİGARA İÇME YOLLARI