ÇOK GİZEMLİ BİR GECEYDİ




         
Dün gece hayatımda yaşadığım en gizemli gecelerden bir tanesini yaşadım. Gizemin yanında bok gibi olması durumu da, gecenin bana eşantiyon olarak hediye ettiği dandik teselli ikramiyesi gibi bir şey oldu. Anlayacaksınız…

            Akşam 18.00 civarlarında evden çıktım. Önce Kadıköy’e gittim. Yazılarımın çıktığı dergileri almak için Mephisto’ya girdim. Şair ve yazarımdır ben. Bir koltukta iki karpuz taşımayı sevmişimdir hep. Annemle beraber yaşarım. Bazı dergiler ara sıra da olsa şiirlerimi yayımlarlar. Mutluluk verir bana bu. Kitap soran insanlara yardım ettiğini düşündüğüm personel arkadaşın yanına gidip dergileri sordum. Bana iki derginin de hala getirilmediğini, beklediklerini söyledi. Bir tanesinde şiirim, diğerinde ise üzerinde çalıştığım romanımın bir bölümünü düzenleyerek hazırladığım uzun sayılabilecek olan hikâyem yer alıyordu. Dergileri alamadan çıktım. Mephisto’nun birkaç metre uzağında ki bayiye gidip Sayısal Loto oynadım. Bunun kendi açımdan bir sebebi yoktu. Dergilerimi alamadım diye sinirden falan da oynamıyordum. Yalnızca annem evden çıkmadan bana Kadıköy’de Sayısal Loto oynamamı tembihlemişti. Geçen hafta üç tutturmuş. Tutturduğu kuponu verdi. Ondan gelen parayla bedavaya bütün bir kupon doldurmamı istemişti. Dediğini yaptım. Dokuz liralık kuponun parasını tamamlamak için üstüne sadece kırk kuruş verdim. Bu esnada ise internet üzerinden yeni tanıştığım bir kızla whatsuptan mesajlaşıyordum. İşte bu evden çıkmam adına esas noktaydı. Dergilerimi alma çabam ya da loto oynamam sadece bekleyerek zamanımı geçirmek yerine tercih ettiğim, yapmam gereken gerekliliklerdi. Evden asıl çıkma amacım mesajlaştığım bu hatunla buluşmaktı. Hatta belki gecenin sonunda onunla yatmak…  
            Uhhh, ne teknolojik!
           
            İşin ilginç tarafı ise beni okuyan sevgili arkadaş, kızla buluşmak için ta Kadıköy’lere gelip buradan da ta karşılara geçecekken; mesajlaşmamız esnasında kızın bir anda bana soğuk tavırlar göstermeye başlaması oldu. Onu canlı olarak daha önce görmemiştim.  Whatsuptaki profil fotoğrafını görmem dışında -o da ne kadar etki eder bilemiyorum- kendisini bir yerde görsem hiç şaşırmadan tanımam mümkün değildi. Hal böyleyken sırf beni çağırdı diye onunla bir mekâna gitmek üzere internet üzerinden anlaşmış olmam saçmalığın dik âlâsıydı. Kendisi beni davet etmişti ve bu davetteki önemli nokta gideceğimiz mekânın davetiyeyle girilen bir mekân olmasıydı. Bu hatun kişisinde de iki kişilik davetiye vardı. Anlayacağınız burada ki 2.kişi, o sap, o mal, yani onun kavalyesi ben oluyordum.  Yanına benden başka bir amsalak bulamadığı için beni çağırmıştı. Kızla sabahtan beri mesajlaşıyorduk ve az önce de dediğim gibi işin ilginç tarafı anlayamadığım bir şekilde bana soğuk tavırlar göstermeye başlaması olmuştu. Bir bıçak gibi kesti whatsuptan yazmayı. Hâlbuki ben evden çıkmadan saat 21.00’da buluşmak üzere anlaşmıştık. Bu soğuk davranışları yüzünden ‘’ya beni ekerse?’’ diye bir düşünceye kapıldım. Haksız da sayılmazdım aslında. İnternetten aynı gün tanışıp hiç görmediğin bir insanın sizi kandırması normal sayılabilecek bir durumdur çünkü. Kendisine ulaşmak için sürekli telefonlar etmeye başladım. Duyduğum lanet kadın sesi ‘’aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor!’’ diyordu. Bu yüzden daha da kıllanıyordum. Bu arada hemen unuttuğum bir şeyi söylemeliyim. Dergilerde çıkan şiir ve hikâyemin dışında bir de İzmir çıkışlı bir fanzinde çıkan, adını hatırlayamadığım bir şiirim de oldu bu ay. Kızla iletişime geçmeye ve ne yapacağıma bir karar vermeye çalışırken onu alacağımı unutmuştum. Hatunların zihne kötü etki etmeleri gibi böyle boktan özellikleri vardır işte. Fanzin aklıma gelince ve kıza da ulaşamayınca; Kadıköy Kadife Sokak’ta yer alan Zebercet Sahaf’ın yolunu tuttum. Şiirimin olduğu fanzin ne sikimeyse sadece bu mekâna gönderilmişti. Fanzin İzmir çıkışlıydı ve satılması adına İstanbul gibi diğer büyük illere de yolluyorlardı. Bir süreliğine kızı unutup, -zaten cevap vermiyordu- yaklaşık on dakika sürmeye namzet bir arayışın içine attım kendimi. Daha önce hiç gitmediğim için yerini bilmiyordum. Telefonumda ki haritadan usul usul takip ederek yeri aradım. Telefonun haritasını kullanmaya alışkındım. Bir yandan Zebercet Sahaf’ı bulmaya çalışırken bir yandan da kıza ulaşmaya çalışmaya devam ettim. Whatsuptan yazdım, yine cevap vermedi. Gene telefon ettim. Aradığım numaraya gene ulaşılamadı. Bu sırada ise enteresan bir şey oldu. Whatsup’ımdaki Toplanzi Yürüyüş Grubuna tanımadığım, Fulya isminde bir hanım yazdı. Normalde ‘’kalpten’’ dileseniz bile hayatta olmaz bu tarz şeyler. Bu Fulya denen hatun, Kadıköy’deki Leman isimli mekâna indiğini ve gelmek isteyen varsa davet ettiğini bütün gruba yazdı. Ya, sana gerçekten söylüyorum beni okuyan sevgili arkadaş; bilenler zaten bilir, böyle bir şeyin normal şartlarda benim gibi adamların başına gelmesi cidden imkânsız bir şey. Farklı bir kızla konuşuyorum ve buluşma durumum var ya; Tanrı sırf bu yüzden ve sadece ipnelik olsun diye fırsatları bir bir karşıma çıkarıyor. Bir anda şimdi ne bok yiyeceğim diye derin bir ikilemde kaldım. Birçok duyguyu aynı anda yaşıyordum. İçimdeki hayvanın sesi ‘’Karı! Karı! Karı!’’ diye haykırıyordu. Işık görmüş hayvan gibi gözlerim parlamıştı. Bir taraftan da şaşkınlık içerisinde düşünmeye çalışıyordum. Birde anlatıyorum bunları değil mi utanmadan? Ayıp ayıp. Neyse. Telefonumda ki haritam sağ olsun, çok geçmeden Zebercet Sahaf’ın önüne kadar geldim. İçeri girdim. Burada çok vakit kaybetmek istemiyordum çünkü düşünmem gereken şeyler vardı. Doğrusu küçük bir mola verip kafamı toplamam daha iyi olacak gibi gözüküyordu. İçeride biraz aptal olduğu belli olan, sakalı benim kadar uzun olmayan fakat aynı yaşlarda olduğumuzu düşündüğüm bol ve koyu bir kazak giymiş, gözlüklü ve girdiği diyalogtan çekingen olduğu anlaşılan genç bir arkadaş vardı. Kendisine içinde şiirimin olduğu Derme Çatma Fanzin’i sordum. Fanzinlerin olduğu bölümü gösterdi. Gay değilim bunu anlamışsındır beni okuyan sevgili arkadaş, ama inan ki gösterirken çok tatlıydı ulan herif!
            Hızlıca gösterdiği bölümdeki fanzinleri karıştırdım. Aradığım fanzin yoktu. Olmadığını söyledim. ‘’Bitmiştir’’ dedi. İçimden küfrederek, suratıma kondurduğum munis gülümsememle beraber ‘’iyi akşamlar’’ dedim ve dükkândan çıktım. Evet, düşünmeye kaldığım yerden devam edip bir karara varmalıydım. Montumun iç gözündeki mataramı çıkarıp bir yudum aldım. Şimdi ne yapmam gerek düşüncesi beni germişti ve ben gerildiğim zamanlarda her boktan yazarın yaptığı gibi gibi mataramdaki votkadan beni rahatlaması adına bir yudum alırdım. Bana güven vermeyen, onunla buluşmak için dışarı çıktığım o kızı düşündüm. Kız gözümde ciddi anlamda fiyaskoya bağlamıştı kendisini. Arayıp ulaşamamam ona güven duymama ket vurmuştu. Bir de şu vardı ki,  ki bu önemli bir detaydı; onunla buluşacağımız mekan evime çok uzaktı. Gerçi o mekânında nerede olduğunu tam olarak bilmiyordum. Tamam, ortada yaşanacak bir cinsellik söz konusu olabilirdi ama başıma gelecek gerçekleri düşünmeliydim. Amına koyayım, iki arada bir derede kalmıştım. 21.00’de buluşup 22.00’da başlayan etkinliğe gittiğimiz de ben eve nasıl dönecektim? Ki bunu bilerek en başta neden evden çıkmıştım? Cevap belliydi. Amsalaktım.
            Bunları düşündükçe kızın yanına gitme düşüncesini iyiden iyiye rafa kaldırır oldum. Telefonuma baktım. Whatsupda ki Toplanzi Yürüyüş grubunda ki kadın en son ne yazmış diye merak ediyordum. Böyle şeyler çok olur çünkü, geleceğim derler ve gelmezler. Sen elin sikinde beklediğinle kalırsın.
            Kadın ise, -yani Fulya Hanım- Leman’a çok yaklaştığını, gelecek kişilerin olup olmadığını soruyordu. Yazık ulan, kimse cevap atmamıştı hatuna. Benimde radarlarım açılmıştı bir kere. Kara Murat gibi ortaya atılıp bir kahraman edasıyla ‘’Ben geliyorum’’ yazdım. Am var ya ortada, durduramadım kendimi. Bir şeyler olmuştu sanki. Durduğum yerde duramıyordum. Kadını da merak etmiştim. Niye böyle biriydim ulan ben? Bu şekilde istemeden de olsa diğer hatunu iptal ettim gibi bir durum ortaya çıktı. Zaten ondan hayır geleceği de görülmüyordu.
            Fulya Hanımla anlaştık. En geç beş dakikaya mekânda oluruz diyerek birbirimize söz verdik. Geç kalmamak ve onu orada bekletmemek adına hızlıca yürümeye başladım. Mekâna geldim. Ona yazdım. O masaya çoktan oturmuş beni bekliyordu. Mesaj da ‘’kafanda şapka var mı?’’ diye sordu. Evet, kafamda abidik gubidik, komik bir şapka vardı. Var dedim. İçeride ki masadan bana el salladı. Yanına gittim. Tokalaştık. Sohbete başladık. Ben 50’lik Efes Fıçı söyledim, o ilk buluşmada tanımadığı bir erkekle görüştüğünden olsa gerek gayet mûtasıp davrandı, çay söyledi. Sizin de anlayacağınız üzere tüm hayallerim o an tuzla buz oldu.   

           
                                                                      *

            Kendimizden bahsetmeye başladık. İlk sözü o aldı. Bankacıymış ve 35 yaşındaymış. Tam bir milf. Ama size şunu söylemeliyim ki beklediğim güzellikte değildi. Ben bira içerken onun çay içmesinden dolayı bok atmıyorum beni okuyan sevgili arkadaş! Çekici değildi ve hatta bana göre gideri bile yoktu. Bakımlıydı fakat vücuden istediğimi onda bulamamıştım. Beni çekmemişti. Birey olarak iyi biriydi. Sohbeti ise oldukça kaliteliydi. Yalnız bu yönünü beğenmiştim. Başka bir hikâyenin konusu olabilecek bir zamanda arkadaşım Ahmet bu kadından bahsedip fotoğrafını gösterdiğimde bana ‘’Çok güzelmiş ulan!’’ diye dönecekti. Dedim ya, ben ilk görüşte zaten seksüel olarak onu beğenememiştim; ben bira içerken onun çay söylemesi ise olayı bitiren nokta olmuştu. Kendimi tanıdığımdan dolayı artık ağzıyla kuş tutsa dahi beğenmeyeceğimin de bilincindeydim. Belki önümde striptiz yapsa? Fikrim değişir miydi? Huh. Şimdilik bu soruyu cevapsız bırakıyorum.
           

                                                                       *

Kadınla konuşmamız esnasında nezaketen onu iki haftada bir gerçekleştirdiğim stand-up gösterilerime davet ettim. Bu çok ayrı bir konu. Şimdi size hiç uzun uzadıya anlatamam. Stand-up gösterileri yaptığımı da öğrenmiş oldunuz.
            Kadın yani Fulya ile muhabbetimizi sürdürürken bir anda diğer kız bana whatsuptan yazdı. Telefonla meşgul olmamak adına cevap yazmadım ama yazdıklarını da görüyordum. Bana ‘’neredesin? ’’ sorularıyla dolu mesajlar atıyordu. ‘’Seni bekliyorum’’ diye yazarak kanıma giriyordu. Hatta bir kere aradı ama sohbet ettiğimden telini açmayarak hemen kapattım. Fulya’nın çayı benimde gelen aramalar ve mesajlardan sonra içmeyi hızlandırdığım biram bitmişti. Allak bullak durumdaydım. Bir an önce kalkıp şu kıza cevap vermek istiyordum. Canımı okumuştu orospu! Fulya Hanımda kalkma isteğimi vücut hareketlerimden anlamış olacak ki artık kalkalım önerisinde bulundu. Hiç düşünmeden kabul ettim. Az önce dediğim gibi, zaten beğenmemiştim ve gecenin sonunda beni eve çağıracak bir kadın da değildi bu Fulya. Uğraşmanın âlemi yoktu. Kalkarken herkes kendi içtiğinin parasını ödedi. Zaten param da yoktu. Bunla buluşmanın en bereketli yanı fikrimce bu oldu. Mekândan çıktık ve hatunu Rıhtım’da ki sarı dolmuşlara bindirip uğurladım. Bostancı’da oturuyormuş. Güzel güzel gitti evine.
            Nihayet diğer kıza dönüş yapabildim. Onunla buluşmak için evden çıktığım kıza işte. Cevapsız kalan çağrılarına cevap vererek aradım. Telefonu açtı. Sesi çocuk gibi geliyordu, oldukça tizdi. Ben ise tahrik olmuştum. Sanki sesini kullanarak oynaşıyordu benimle. Yaşadığım durumu ona anlatmaya başladım. Konuşmalarının bana güven vermediğini söyledim. Aradığım zaman ulaşamadığımda ise gelmeme kararımı verdiğimi söyledim. Öyle bir konuştu ki onun suçlu bulurken ben kendimi suçlu hissettim. Muhabbet ise ‘’Kendimi sana nasıl affettirebilirim?’’ tarzında bir diyaloğa çoktan dönüşmüştü.
            Sesinin arkasından müzik sesleri duyuyordu. Böylelikle şu an mekânda olduğunu anladım. Demek ki etkinlik başlamıştı. ‘’Peki gelirsem beni mekâna alırlar mı?’’ diye sordum. ‘’Tabi ki alırlar kapı gibi davetiyem var’’ dedi. ‘’Kaça kadar orada olacaksın?’’ dedim. ‘’11-12 veya gece sonlanana kadar’’ dedi. Benim radarlar fena açıldı. Zaten kızı yüzüstü bırakmış gibi bir konumda kalmıştım. ‘’Gel’’ diyerek beni çağırıyordu. ‘’İlla ki gel ben burada tekim senin yüzünden yalnız kaldım’’ diyordu gayet tiz olan seksi sesiyle. Müslüman insanlara göre böyle kadınlara şeytan gözüyle bakılır beni okuyan sevgili arkadaş, hatta bilirsin, şeytan kız falan derler, buna kalben inanmasam da o an da o kız gerçekten tıpkı bir şeytan gibi beni tuzağına düşürmeye uğraşıyor gibiydi. Adeta gecenin sonu sanki sekse uzayacakmış gibi konuşuyordu. Kanıma girdi. Ona, yola çıkmadan önce bile aklımda olan mantıklı bir soru sorarak ‘’peki bu saatten sonra gece eve nasıl döneceğim?’’ dedim. İyice edepsizleşti. ‘’Bende kalırsın’’ dedi. Bunu okuduğum an sikim neredeyse alev alıyordu. Malumuz tahmin ettiğiniz tarafım bayağı bir yükselişe geçti. Genital yapım buydu benim. Kadınlara dayanamıyordum.    Saate baktım. 22.00’ydi. Ne mesaj atacağımı bilemedim kıza. İnsan çok acıklı bir mahlukattı. Duygularım farklı, mantığım farklı fısıldıyordu kulaklarıma. Eve gitmek üzere 19-f ye bindim. 19-f benim evimin bulunduğu duraklardan geçen otobüstü. Fakat şeytan aklıma çok fena girmişti bir kere. Mataramda ki votkamdan, otobüsteki herkesin gözünün önünde bir yudum daha aldım. Yobazlar şaşkın şaşkın baktılar. Umursamadım. Metrobüsün kalktığı belediye durağında indim. Bir yetim olarak hiç doğru şeyler yapmıyordum. Kızı aradım geliyorum demek için. ‘’Gel’’ dedi tekrar. ‘’Bak kesin bekle ben gelmeden gitme’’ dedim. ‘’Çabuk ol’’ dedi. Süratli davranmaya çalışarak ilk gelen metrobüse oturup oturamayacağıma takılmadan atladım. Birde buna takılacak kadar vaktim yoktu fakat ne yalan söyleyeyim içimde gitmedi değil. Toplu Taşıma Araçlarında oturmayınca sinirleniyorum çünkü. Kıza ‘’bak beni bekle, sakın gitme’’ diye kaç kez yazdığımı inanın hatırlamıyorum. Yalvarıyordum neredeyse gitme diye. Şimdi baktığımda resmen ağlanacak duruma düşmüştüm; bunu görebiliyordum. Başta söylediğim gibi, gidiyordum ama mekânı bilmemem ayrı bir handikaptı. Resmen, bindim bir alamete gidiyorum kıyamete durumu. Şarjımda yirmi oldu. Korktum. Paso haritadan bakıyordum yeri bulabilmek için. Mecidiyeköy’e geldim. Metrobüsten indim. Saat ise 23.00’a yaklaşıyordu. Yaptığımın akıl karı hiçbir tarafı yoktu. Harita ebesinin amında bir yeri tarif ediyordu. Nasıl bulacaktım ulan ben burayı? Bunu sana kaç kere dedim bilmiyorum ama İnan ol beni okuyan sevgili arkadaş, izlediğini düşünerek söylüyorum bunu ki beni okuyan insanın genel kültür seviyesinin yüksek olmasından hoşnut olurum, içinde bulunduğum durum gizem olarak tamamen Stanley Kubrick’in son filmi Eyes Wide Shut’ta ki Tom Cruise’nin canlandırdığı karakterin başına gelenlere, çevrem ise yine filmdeki Tom Cruise’nin canlandırdığı karakterin bulunduğu atmosfere çok benziyordu. O denli gizemliydi. Sanki bir partiye gitmek için tanımadığım bir adamın kapısına gece gece pelerin almak için dayanmıştım. Haritaya bakarak yürümeye devam ettim. Mekânı bulmaya çalışıyordum. Şarjım bitmesin diye swarmda* check-in bile yapmamama rağmen korktuğum o şey başıma geldi. Şarjım bitti. Hatunla irtibatım böylelikle kopmuş oldu. Bulunduğum yerde, sokak lambalarının altında açık bir Pub vardı. Telefonumu şarj etmek için oraya girdim. Üzerimdeki parayı kızla harcarım tuz buz etmeyeyim diye düşünerek bira söylemedim. Menüye baktım. En ucuz suydu ama su alsam saçma olacaktı. Sudan sonra beni orada tutmaya yetecek en ucuz içecek çaydı. Söyledim. Telefonumu şarja taktım. Açıldı. Kıza tekrar yazdım. ‘’Bekle beni geldim ben’’ diyerek ikaz ettim. ‘’Hadi ama çabuk ol sıkıldım!’’ dedi. ‘’Tamam telefonumun şarjı bitti lütfen bekle biraz şarj olsun hemen çıkıp bulacağım orayı’’ diyerek tekrardan yalvardım. ‘’Tamam’’ dedi. Çay geldi. Telefonun şarjının biraz dolmasını bekleyerek gelen çayı içtim. Birkaç dakika sonra telefonun şarjı 20’yi geçti. Saat 00.00’dı. Toparlanıp çayın parasını ödedim ve dışarı çıktım. Telefon elimde, haritaya bakınarak mekânı bulmaya çalışıyordum. 15-20 dakika boyunca mekânı bulmak adına avare avare gezindim. Halaskargazi Caddesinin tam ortasındaydım. Travestiler ve orospular yolun kenarlarına dağılmış müşteri bekliyorlardı. Toplumun hiç kimseleri! Topluma göre hiç kimseler! Kaç tane hiç kimseler dolanıyordu şu an bu caddede bilemiyordum. O kadar fazlaydılar ki… Size yalan söylemeyeceğim, başıma bir şey gelecek diye hafiften tırstım. Topuklayarak uzaklaşıp bir ara sokağa girdim.  Haritadan baka baka burayı bulmamın imkânı yok gibi gözüküyordu. Aynen Gözü Tamamen Kapalı’da ki Tom Cruise’nin filmde yaptığı gibi taksiye bindim. Mekânı bulabilmek için bundan başka çarem yoktu. Taksiciye mekânı söyledim. Ad verdim. ‘’Babylon Bomonti’’ dedim. ‘’Biliyor musun?’’ dedim. Taksi karşının taksisiymiş. Şansımı sikeyim dedim içimden. Adam da yeri bilmiyordu. Şu örneği her zaman verdiğim gibi şimdi yine vereceğim ki beni okuyan sevgili arkadaş gökten am yağsa beni kısmetime yarrak düşer, o yarrak ta yere düşüp seker benim götüme girer. Bu durumda aynen bu söylediğimin belgesiydi. Siktiminin taksicisiyle mekânı arıyorduk. Bir gözümde sürekli taksimetredeydi. Kaç para yazacağını da merak ediyordum. Sabaha kadar dolaşamazdık ya amına koyayım. Haritadan bakıp yeri bulmaya çalıştık. Telefonu taksiciye verdim rahatla baksın diye. Yine bulamadı amına kodumunun malı! Saat 01.00 oldu. Bana bunaltılar geldi. Sonunda taksiyi kenara çekip ‘’abi ben burayı bulamıyorum ya’’ diye itirafta bulundu. O an adama dalmak geldi içimden. Haritadan yakınlaşmış görünüyordum ama taksiye binme sebebim dükkanın tam olarak önünde inmekti benim. Araçtan indim. Yine elimde telefon, dolanmaya devam ettim. Saat 01.30. Yuh dediğinizi duyabiliyorum. Sokaklara gire çıka, dolana dolana ter aktı her yerimden. Deli oldum. Uzunca bir caddeye çıktım. Sonuna kadar yürüdüm. Haritaya göre mekân bu caddede bulunuyordu. Sonuna kadar yürüdüm. Gene bulamadım. Tekrar başa döndüm. Upuzun caddeyi en az iki veya üç defa boylu boyunca gidip gelerek yürüdüm. En sonunda yeri buldum. Önünde gençler durmuş gülüşüyorlardı. Zengin tiplerdi. Mekânın adına baktım. Doğru yere gelmiştim. Mataramda ki votkamdan bir yudum daha aldım. Hava soğuktu. Üşümüştüm. Votka içimi yaktı, iyi geldi. O sırada telefonum cebimde duruyordu. Büyük bir heyecanla kıza kapının önündeyim diye yazmak için telefonumu çıkardım. Elime aldım. Whatsupa girdim ve o anda hayat gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti. Tam kapının önündeydim ve şarjım bitmişti. Allah kahretsindi ya! Amına koyayım ben şimdi hangi küfrü edecektim ulan? Bu duruma hangi küfür daha uygun düşerdi amına koyayım? Mekâna girmeye çalışsam beni içeri almazlardı da. Davetiyeyle giriliyordu ya amına kodumun yerine. Sonra bir anda mekânın içindeki herkes çıkmaya başladı. O kadar kalabalıktı ki içlerinden benim hatunu gördüğüm fotoğrafıyla tanıyabildiğim kadar seçmeye çalışıyordum. Bir kızla göz göze geldik. Ulan! İşte o! Oydu bu! Ama amına kodumun jetonu bende hemen düşmedi. Birkaç saniye bakıştık. O da bana baktı. Oydu ya eminim oydu. Ben bir atılım yapamadan geçti gitti. O an o mu değil mi diye anlayamamıştım. Sonra kafam yerine geldiğinde -kalabalık dağılmıştı- ‘’Ulan bu oydu ya!’’ diyerek cadde boyunca onu bulmak için karanlıkta peşinden koştum. Gözden kaybolmuştu. Caddenin bütün ara sokaklarına baktım. Yoktu. Şarjımda yoktu ki tekrar ulaşabileyim. Üzüntü, hüsran, kayıp, açlık ve yorgunluktan düşüp bayılacak raddeye gelmiştim. Niye böyle abuk subuk bir şey yapmıştım ki ben? Söylenene söylene, küfrede küfrede metrobüse doğru yürümeye başladım. Başıma gelen bu boktan durumdan sonra başka ne yapabilirdim ki?
            Sinirli bir şekilde yürürken, alırken dünyanın parasını bayıldığım benim sevgili İphone’um -saat 02.10- kendi kendine açıldı. Çığırımdan çıktım ulan! Evet, şu an tam olarak çığırımdan çıkmış vaziyetteydim! Neden daha önce açılmadan amına kodumun telefonu neden! Fırsat elime geçmişken kıza hemen mesaj attım. ‘’Seni gördüm ben’’ dedim. ‘’Bende seni gördüm’’ dedi. ‘’E gördüysen yanıma niye gelmedin?’’ diye sordum. Tam karar verememiş, başkasıyımdır diye düşünerek gecenin o saati tanımadığı birisinin yanına gitmek istememiş. Böyle yazdı. Mesajını okuduktan sonra telefonum tekrar kapandı. Ben kös kös eve dönmek için metrobüse bindim. Dövünmenin anlamı yoktu artık. Söğütlüçeşme durağında indim metrobüsten. Son 19-f 00.00’da kalkıyordu. Kaçırmıştım. El mahkum göt gardiyan dolmuşa bindim. Giderken Erenköy durağında geçti otobüs. Keşke babaannem yaşasaydı da inip onların yakında ki evine gitseydim, orada kalsaydım diye hüzünle dolarak düşündüm. Geçen yılların geri dönüşü yoktu. Bostancı Gösteri Merkezinin orada inerek taksiye atladım ve evime ulaştım. Odaların ışıkları yanmıyordu. Annem çoktan uyumuş olmalıydı. Evime girdiğimde saat tam olarak 03.30’du. Üzerimi değiştiremeyecek kadar yorgun hissediyordum. Görünüşüm bir acıyı bağırıyor gibiydi. Sisler içindeydim. Yerin dibine girmiş, boka bulanmış misaliydi ruh halim. Dünyanın adaletsiz bir yer olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Boşa bir gece geçirmiştim. Yorgun argın televizyonu açtım. Star Tv Hd’de Okan Bayülgen’in Dada’sı vardı. İzlerken uyuyakaldım. Benim gibi bir adam, bundan başka ne yapabilirdi ki?



                                                                                        YAZAN: SÜLEYMAN BERÇ HACİL